(Bu yazı Temmuz, Ağustos ve Eylül 2022 tarihlerinde www.kayipdunya.com’da üç kısımda yayımlanmıştır ve Kayıp Dünya ekibinin izni ile d12Macera sitesinde arşivlenmiştir.)
Bu yazı Vampire, Mage ve Wraith bağlamında oyun karakterlerinin iç dünyalarına düşen gölgelerden bahseden üç bölümlük denememin bir araya getirilmiş halidir. O zamanlar Ankara’da masaüstü rol yapma oyunu severler arasında tanınmaya başlayan Karanlığın Dünyası’nın (World of Darkness) en popüler öğesi; Vampire the Masquerade hakkında incelemeler yazıyordum. Daha sonra aynı evrenin diğer karakterlerini de tanıdıkça salt vampir yerinde W.O.D. oyunları arasındaki geçişlere yönelmiştim. Geriye dönüp yaklaşık 20 yıl öncesine baktığımda benim için keyifli bir yolculuk olmuş diyebilirim.
BAŞLANGIÇ
W.O.D. evreninde bir vampir, bir magus, hatıralarının peşinde koşan bir hayalet ya da bizler gibi sıradan bir insan olun fark etmiyor. O, her zaman derinde bir yerde uyanmayı bekliyor. Kimisi ona iblis, kimisi gölge adını veriyor. Az sonra okuyacaklarınız sadece vampir klanları ya da başka doğaüstü varlıklar hakkında değil. Sizlere Karanlığın Dünyası karakterlerinin öteki yarılarından; “Gölge”den (Shadow) bahsedeceğim. Bu yazı belki bir oyun tavsiyesi belki de bir öykü. Tamamen kendi yorumumla yazmış olduğum bu metni, tüm W.O.D severlere ve ruhlarının derinliklerinde uyuyan öteki yansımayı arayanlara sunuyorum.
I. KISIM: AYNANIN DİĞER TARAFI (WRAITH: THE OBLIVION için Bir Kitâbe)
Mors est quies viatoris- finis est omnis laboris (Yolun bittiği yerdir ölüm- her işin sonudur).
“Yüzüne çarpan sert rüzgârla uyandı. Başını göğe çevirdi ve gözlerini açtı. Bulut yoktu, düz ve gri… Bir şeyin eksikliğini hissetti. Çatlamış çorak toprak üzerinde çökmüş, kaybettiği şeyi arıyordu ya da bekliyordu. Bu diyarda renkler anlamlarını ve değerlerini yitirmişti. Bundan dolayı terk etmişlerdi ölü toprakları. Çok uzaklarda, daha doğmamış bir iblisin çığlıkları rüzgârın uğultusuna karışıp kulaklarına geliyordu. Eksik olan yarısı onu istiyordu. Geçmişini, paramparça olmuş anılarını ondan çalıyor, yanına çağırıyordu. Ayağa kalktı ve karanlık topraklar üzerinde yansımasını bulmak için yürümeye başladı…”
Gölgeler Diyarın’da (Shadowlands) bir oyuncunun canlandırdığı karakterin en büyük düşmanı yine oyuncunun kendisi olur. Gölge (Shadow) doğduğunuz andan beri içinizdedir. Fakat bir sıradan bir insan bunu anacak aynanın diğer tarafına geçtiğinde fark eder. Aynanın önü biz, ötesi ise diğer yarımızdır. Bazen karanlıktan gelen bir fısıltı, bazen bedensel bir ihtiras bazen de zalimce bir kahkaha… “O” hep orada beklemektedir. Acaba gölge yalnızca karanlık mı ibarettir? Stygia’da saf kötülüğün başka bir adı mıdır? Gölge için asla kesin bir yargıda bulunamayız. O yalnızca sizin yıkıcı yönünüzü temsil eden bir varlıktır. Nasıl insanoğlu hayatta kalabilmek, varlığını sürdürebilmek için savaşıyorsa, gölge de kendi yaşamı için savaşır. Fakat bu mücadelesi sizinledir. Çünkü aynı sizler gibi onun da yaşamak için bir bedene ihtiyacı vardır. Gölge sizden kopamaz, sizde gölgeden kopamazsınız. Nefret, şehvet, kıskançlık ve kin gibi dürtüler aslında içinizdeki gölgenin ta kendisidir. Geçmişe olan özleminiz, yaşama isteğiniz ise sizin aydınlık tarafınızdır. Bu iki varlık tek bir kabuk içinde hayatta kalabilmek için devamlı savaşır. Bir taraf size anılarınızı, sizi siz yapan geçmişinizi sunar ama kaybettiklerinize duyduğunuz özlemden dolayı devamlı acı verir. Öteki taraf; acıları unutmanızı ve geçmişin yaralarını kapatmayı vaat eder ama karşılığında sizden insanlığınızı alır. Bu yüzden her iki taraf için de kesin olarak iyi veya kötü demek tamamen canlandırdığınız karakterin tutkularının seçimine kalmıştır. Seçim yapmaktaki güçlükten dolayı ruh hep bir kararsızlık, bir dengede kalma arayışı içindedir. Fakat herkes bilir ki bir gün mutlaka bir tercih yapılacak ve huzursuz ruh için kader defteri kapanacaktır.
Her wraith bilir ki en büyük düşman, bilincin ve ruhun derinliklerini mesken edinmeyi sever. Bir hayaleti bu dünyaya bağlı kılan şey zihnindeki kopuk anıları ve bunlar için hissettikleridir. Huzursuz ruha biçim veren, beden veren pathos (Bir wraith’in vücudunun tekrar bir araya gelmesini sağlayan ve saf ruhsal enerjiden oluşan kabuk) enerjisini bu anılar ve tutkular besler. Aşk, umut, sevgi, geçmişe hayata duyulan özlem ruha; yaratma, var olma enerjisini (Passions) verirken, ihtiras, ümitsizlik, nefret ise yok etme ve yıkma enerjisini verir (Angst veya Dark Passions). Öncelikle ruhu hala bir arada tutan tutkuları iyi tanımlayabilmek ve onları yönlendirmeyi öğrenmek gerekir. Önceki yaşamdan kalan tutkular, karakterinizin ölümlülerin dünyasına rahatça geçmesini ve bir hayalet olmasına rağmen insanı insan yapan duygulara, güçlere (Arcanoi Powers) sahip olmasını sağlar. Fakat bu tutkular acı da verebilir. Ölü bir ruhun canlı bedene duyduğu aşk, ulaşması imkânsız bir şey olduğunu fark ettiğinde saplantıya dönüşebilir. Katletmeye, yıkmaya hatta âşık olduğu beden dâhil çevresindeki her şeyi yok etmeye kadar götürebilir. Çünkü duygular büyük bir kasırgadır ve devamlı çarpışırlar. Ya bastırırsınız ya da serbest bırakırsınız. İşte o zaman sahneye gölge çıkar ve karakterinize öyle yetenekler sunar ki sizi neredeyse hiçbir varlığın önüne geçemediği bir güç haline getirir (Angst Power).
Gölge ortaya çıkar, acılarınız sona erer, geçmişin ıstırabı biter ama karşılığı unutuluştur. Oblivion, bunun oyundaki adıdır. İçinizde kalan son insanlık kırıntısının zamanın bile olmadığı karanlıkta eriyişidir, yok oluşudur.
“Canavarla yüzleşti. Artık acı yoktu, keder yoktu. Ayna kırılmıştı. Güneş çoktan batmış, ruhun karanlık gecesi başlamıştı. Perdeler indi ve sahne karardı…”
II. KISIM: DURGUN SUDA YANSIMALAR (GÖLGE ve İÇİNİZDEKİ CANAVAR ÜZERİNE MAKALELER – VAMPIRE: THE MASQUERADE)
Omnis mundi creatura, Quasi liber et pittura, Nobis est in speculum (Dünyadaki tüm yaratıklar, kitap ve resim gibi aynadaki gibidir bizim için).
“Ne kadar zaman oldu?” diye sordu kendi kendine. “Sanırım üç yüz yıl.” Tam emin olamadı. Artık zaman onun için akmıyordu. Çok değer verdiği aynası da çatlamıştı. Hiçbir aynaya bakamıyordu.
Hava sıcaktı ve insanlar yazın keyfini çıkarıyordu. Ilık bir rüzgâr uzun sarı saçlarını okşadı. Gözlerini kapadı ve gençliğini hatırladı; ailesini, ilk aşkını, buğday tarlalarını…
-“Uyan…” Bu fısıltıyı her duyuşunda önce irkiliyordu, ardından sonsuz ıstırap içini kaplıyordu. Açlığı, kana olan susuzluğu aklına geldi. Kontrolünü kaybetmişti.
-“Uyan… Ve bana gel…”
Yüksek yapının çatısından aşağıya süzüldü ve sonra kırmızı yalnızca kırmızı…”
Karanlıklar Dünyası’nın belki de en güzel çocuklarıdır vampirler. Kanla yıkanmış bedenleriyle ölümlüler arasında süzülerek sonsuzluğun tadını çıkarırlar, ta ki kanın yakut rengine duydukları tutku onları çıldırtana kadar. Vampirler, insanlık ve canavarlık arasında devamlı gidip gelen ama hep içlerindeki hayvana yenilen Caine’in zavallı çocuklarıdır. Eski bir Nosferatu ve Gangrel inancı, her insanın içinde bir hayvanın ruhunun yaşadığını söyler. Bu inanç Animalism’in de temelini oluşturur.
Bence, Gölge (Shadow) kendisini vampirler arasında da belli eder. Belki Wraith yaklaşımındaki gibi değil ama bu gölge, vampirin içindeki canavarın (Beast) gölgesidir. Yıllar geçtikçe bir vampirin varlığıyla birlikte damarlarında dolaşan lanet de yaşlanır. Genç bir vampir bunların anlamının farkında bile değildir. Ölümsüzlüğün ilk yıllarını, yaradılışın bu çarpık tarafının tadını çıkararak geçirir. Fakat yaşlı bir vampir için durum tam tersidir. Büyük acı vardır içinde. Artık ölümsüz beden, daha çok uyku ve daha çok kan arzular. Geçmiş ve gelecek de anlamını yitirmiştir. İnsanlığından kalan son parçalara sımsıkı sarılır ama susuzluk onun kavurur ve içindeki canavarın açığa çıkmasına izin vermek zorunda kalır. Her vampir açlığının sınırında dolaştığı vakit iradesini kaybeder (Frenzy). Madalyonun diğer yüzündeki çıldırmış varlık, vampirin içinde şekillenir. Ya bir metusellah veya antediluvian için ne denebilir? Buna kesin bir yanıt vermek imkânsızdır. Fantezilerimizin ötesinde bir durumdur bu.
Ateş ve güneş ışığı yaradılışlarının ilk günlerinden itibaren yasaklanmıştır lanetli çocuklara. Bu iki yaşam kaynağı güç, bir vampirin hem insan yönünü hem de canavar yönünü yakar. Bir hayvan köşeye sıkıştığında başta korkar ama bir süre sonra içgüdüsel olarak saldırmaya başlar. Bir vampir güneş ışığı ve ateşle yüzleştiğinde önce çıldırır, kaçmaya çalışır. Eğer çıkışı yoksa saldırır, kıvranır, bağırır. Bu Rötschek veya diğer adıyla Kızıl Korku’dur. Her ne kadar reddetseler de içlerindeki canavar, tüm vampir klanlarında derin izler bırakmıştır. Çünkü yaratıcıları Caine bile çocuklarının içindeki iblisi görmüş ve yüzleşmeleri için biri hariç hepsini lanetleyip onları terk etmiştir. Bu yazgı, vampir klanların zayıflıkları olarak karşımıza çıkar.
“Kendini et ve kandan oluşan bir yığın içinde buldu. Son uykusunda gördüğü rüyayı hatırladı. Uzun yıllardan sonra ilk defa bir rüya… Aynada kendine bakıyordu ve yansımasının dudaklarından kan süzülüyordu. Gülmeye başladı. Gırtlağından çıkan ses karanlık sokakta yankılandı…”
III. KISIM: AYNA KIRILDIĞI ZAMAN (MADNESS – MAGE THE ASCENSION, VAMPIRE THE MASQUERADE ve WRAITH THE OBLIVION)
Nom compos mentis(Akıl sağlığı yerinde olmayan)
İnsanoğlunun zihni gizemlerle dolu, engin bir okyanustur. Zayıftır, kırılgandır. İnançların ve düşüncelerin değişmesi de zordur. Bundan dolayı insanların kolektif fikirleri ve yargıları, dünyayı biçimlendirdiği gibi sınırlar da koyar. Aynadaki yansımamız ruhumuzun ve bedenimizin yaratmış olduğu gerçekliktir. Bazen birisi çıkar ve kendi sabit yansımasını reddeder. İşte o zaman ayna kırılabilir. Artık kişi delilik ile dâhilik arasındaki ip üzerinde perende atmaya çalışan cambazdır. Bu hal, Karanlığın Dünyası’nda sınırsız ve sonuçları belirsiz bir kaostur. Bilinen sabit zaman ve mekân gerçekliğini yitirmiştir.
“…Ben neyim diye düşündü, ardından fısıldadı sonsuz karanlığın içinde. Oturduğu yerden doğrulup karşısındaki masanın üzerindeki kuru kafayı eline aldı. Ona sırıtarak bakan, onu aşağılayan bir ifadesi vardı kafatasının. Bir zamanlar meraklı gözlerin olduğu oyuklara baktı ve tekrar sordu: Ben neyim? SEN DELİSİN! dedi karanlıktan gelen ses.”
Bazıları delilik için Tanrı’nın laneti, bazıları da şeytanın işareti der. Bir vampir -özellikle de bir malkavian- içinse aydınlığa açılan bilgelik kapısıdır. Bir efsane Malkav’ın Caine’in sınavından geçtiğini, Caine’in en büyük hediyesi; bilgeliği yani deliliği almayı hakkettiğini söyler. Bunun bir erdem olabileceği belki de doğrudur. Çünkü bir malkavian dünyayı, kaos içerisindeki kendi bakış açısıyla görür. Bunlar, kimsenin göremediği gerçeklerdir. Bazı klan mensupları kimsenin fark edemediği sembollerden ve bunların taşıdıkları anlamlardan geleceği görür. Bazılarıysa hiç olmayan varlıklarla, hayallerle konuşarak yalanların arkasındaki gerçekleri öğrenir. Bu onlar için Yaratıcı’nın gözüyle görmek, ağzıyla konuşmak ve kulaklarıyla duymaktır. Yaşlı vampirler Malkav’ın çocuklarının Tanrıyla konuştuklarını söyler ve bunun nasıl olduğuna tam bir açıklama getiremezler.
“…Gülmekten çenesi tutulmuştu, kendisine engel olamıyordu. Gözyaşlarını sildi ve sırtına binmiş olduğu dev Lombak’ın üzerinden kayarak indi. Karşısındaki teknokrasi çöplüğünden geri kalanlara şöyle bir baktı. Lombak’ın üfürüğü işe yaramıştı. Ona teşekkür ettikten sonra umbraskopik varlık, evin duvarını yıkarak kendini aşağıya bıraktı. Tavanı ve bir duvarı yıkık olan evde sağlam kalan yegane şeyler sevgili koltuğu ile üzerindeki kitaptan ibaretti. Oturdu ve kitabı kaldığı yerden sırıtarak okumaya devam etti. Kitabın adı ne miydi? Deliliğe Methiye…”
Bir uyanmış (Awakened ya da diğer adıyla Mage) için deliliğe sıkıcı, sabit dünyaya tekrar hareket kazandıran dinamik ve değişken bir varoluş biçimi de diyebiliriz. Bazı uyanmışların, gerçeklik duvarını yıkarak paradoksu aştıkları söylenir. Fakat yedi buçuk milyara yaklaşan nüfusuyla bu dünyanın yarattığı duvarı yıkmak da kolay değildir. Hiçbir uyanmış -istisnalar hariç- kafasını kırmadan duvarı aşamaz. İşte bu kırığın sonucu metafiziksel deliliktir. Yani kısaca katı gerçekliğin beyne vermiş olduğu ağır hasardı diyebiliriz. Bir marauder sessizliğin(Quiet)( kısaca marauderların yarattıkları kendi gerçekliklerini ifade eder) içindeki gürültüyü, gürültünün içindeki sessizliği arar. Hasarın büyüklüğüne göre kendi gerçeklik örüntüsünü dokumaya başlar. Bundan dolayı belki de gerçek sihirbazlar marauderlar olabilir. Fakat kaos içindeki bir gücün yarattığı özgürlük, insanı nereye götürür bunu bilemeyiz. Zaten uyanmışları en çok korkutabilecek olan da bu belirsizliktir.
“…Büyük salonda tek ayağı üzerinde zıplayarak ilerliyor ve ölümün tatlı sessizliğini anlatan bir şarkı mırıldanıyordu. Burası Stygia’nın deliler salonuydu. Bir tarafta birbirlerine ayak ve kol fırlatarak ebelemece oynayanların, diğer tarafta hakemin kafasıyla futbol oynayanların çığlıkları birbirine karışıyordu. Herkes mutluydu ama bu kaybedilen yaşamın, hayat dolu güzel günlerin acısının delilikle unutulmasını sağlayan bir mutluluktu…”
Ölüler için delilik mi? İyiler için cennet, kötüler için cehennem, hiçbirine dahil olmayanlar için Araf’ın yaratıldığı bir varoluşta deliler için ne vardır? Gölgeler Diyarında (Shadowlands)delilik, hayaletler (wraith) için en karanlık yönünü gösterir. İniltiler, çığlıklar, gözyaşları… Tövbekârlar Lejyonu (Penitent Legion: Stygia imparatorluğunun güvenliğini sağlayan sekiz büyük lejyonundan birisidir. Bu lejyonun üyeleri, genelde çeşitli akıl hastalıklarından dolayı ölmüş ruhlardan oluşur) için kaçınılmaz olan şey çılgınlığın tutkularla olan birleşiminin yarattığı korkunç sonuçtur. En basit sakatlıktan, en derin çarpıklığa kadar deliliğin tüm yönleri açığa çıkar. Ancak tövbekâr bir ruh için güzel günlerin, yaşama olan özlemin bile pek bir anlamı olduğu söylenemez. Çünkü zaten kurban, ölmeden önce de delirmiştir. Tek çare çıldırmanın ötesidir. Karanlıklar Dünyasında “Madness” terimi yanlış bir yol mudur? Yoksa erdemli bir tercih midir? W.O.D. evreninin hiçbir aktörünün ve aktristinin çelişkili yanıtlar verdiğini görürüz.